Güneş gözlüklerin hazırsa ihtişam ve ışıltıdan gözlerinin kamaşacağı bir şehri sana anlatmaya geldim. Havası tatlı bir mayıs ayında eşimle birlikte çıktığımız 9 günlük İtalya seyahatinin 2 gününü Milano’ya ayırdık. Ama bence 3, 4 ya da 5 gün hatta bir ömür verilebilirdi bu şehre… Artık bu seyahatten sonraki tüm zamanlarım oraya geri dönmek, geziye hep yeniden Milano’da başlamayı beklemek demek benim için. Hızlandırılmış bir Milano turuna hazırsan, yaşadıklarımızı birer birer anlatacağım.
Ciaoo Milanoo!
İlk durağımız uçağımızın varış yeri olan şehir Bergamo’ydu. Bergamo Havalimanı’na iniş yaparken İtalya’nın diğer şehirlerine giderken de hep benimle olacak o tatlı heyecan, duygularım arasına giriş yaptı. Havalimanı çıkışında Milano merkezine giden otobüsleri görebilirsin. Biz biletimizi otobüse binerken bir görevliden satın aldık ve Milano’nun merkezine doğru yola koyulduk. Birlikte çevreyi merakla izliyor, her detayı takip etmeye çalışıyorduk. Ne de olsa bu ilk yurt dışı seyahatimizdi.
Kısa bir yolculuktan sonra Milano’ya giriş yaptığımız; etraftaki şıklık, lüks ve ihtişamdan fark ediliyordu. Stiletto’suyla her zemine meydan okuyan kadınlar, özel bir davete gider gibi giyinip bir kafede kahvesini yudumlayanlar, dümdüz gömlekler, bakımlı saçlar ve şık kombinler… Sanki o gün bayram ve herkes uyurken yatağının başına koyduğu bayramlığını giymiş bir çocuk kadar mutlu! Işıltısı eksik olamayan Milano gerçekten ihtişamın şehri.
Görkemiyle Hayran Bırakanlar: Milano Merkez Tren İstasyonu
Havalimanından bindiğimiz otobüs, bizi Milano Merkez Tren İstasyonu’na bıraktı. Bu bina burada beni etkileyen ilk yapı oldu. Eşim önümde yürürken tekrar tekrar arkaya dönüp, binanın üzerindeki at heykellerine baktığımı hatırlıyorum. Asalet, estetik ve görkem birleşmiş, bu binada form bulmuştu. Binanın içini Milano gezimizin sonunda Roma trenimize binerken görme fırsatım oldu. Duvarların üzerinde kabartmalar, heykeller ve çevrede Antik tarzda sütunlar var. Göz hizasında ise mağazalar, yürüyen merdivenler ve bavullarıyla koşturan insanlar… Yani yukarıdan aşağı bir göz gezdirdiğinde zaman yüzlerce yıl ileriye akıyor gibi.
Milano Katedrali’yle İlk Karşılaşma
Hedefimiz Duomo Meydanı’ydı (Piazza Del Duomo), asıl hedefimizse hemen otele gidip bavulları bırakmak ve gezmeye başlamaktı tabii. Bunun için M3 metrosunun Centrale FS durağından binip Duomo istasyonunda indik ve meydana geldik. Otele ulaşabilmenin telaşıyla sağa sola dikkat bile etmiyordum artık. Derken tesadüfen Milano Katedrali’yle ilk kez göz göze gelinebilecek en iyi metro çıkışını seçmemiz, hayatımdaki unutulmaz anlardan birini yarattı. Metro merdivenlerini çıktıkça karanlığın sonundaki gün ışığında, o devasa yapının tüm güzelliğiyle yükselişi aklımdan silinmiyor. Son basamağa geldiğimizde, katedralin tepesindeki altın Madonnina heykeli bize göz kırparken sessizce durup bir süre bu şahesere bakakaldığımızı hatırlıyorum. Tabii yaşanan sessizlik, bu metro çıkışını seçtiğimiz için defalarca şükretmemle bozuldu ama neyse…
Kendi mükemmel anımı anlatırken unuttum, seni tekrar tanıştırayım. Milano’da gitmen gereken ilk yer bana göre Milano Katedrali! Her yanındaki küçük heykellerle göğe yükselen, dikkatli baktıkça daha çok kabartma, daha çok heykel ve ayrıntıyı fark edeceğin bu katedral, Piazza Del Duomo’da seni bekliyor. Böyle bir eser kaç yılda tamamlandı dersin? Tam 500 yıl! İtiraf etmeliyim ki dışı içinden daha güzel! Yine de içine girmek istersen sıra bekleme süreni azaltmak için önceden online bilet almanı öneririm. Ayrıca katedralin terasına çıkıp Milano’ya en güzel yerden de bakabilmen için satılan ayrı biletler var.
Galleria Vittorio Emanuele II’de Yukarı Bak!
Otelimiz Navigli bölgesindeydi. Milano tatili düşünenlere bu bölgeyi öneririm. Sadece bir tramvayla Doumo Meydanı’na ulaşılabiliyor ve bölgede günü keyifle geçirebileceğin mekanlar bulunuyor. Biz de bavullarımızı bıraktıktan sonra yeniden bu ünlü meydana döndük. Gezimize Milano Katedrali’nin yanında bulunan ve devasa kapısıyla ondan bir hayli rol çalan Galleria Vittorio Emanuele II ile başladık. Kapısından içeri adım attığınız anda hem şık hem de mistik bir dünyaya girmiş oluyorsunuz. Dünyanın en lüks markalarının mağazaları sağda solda sıralanıyor. Yerde Torino arması olarak yapılan boğa mozaiğinin de olduğu farklı mozaikler yer alıyor. Asıl gösteriyse yukarıda… Başını yukarı kaldırdığında her biri sana bakan heykeller göreceksin ve kendini küçücük hissedeceksin. Mimar Giuseppe Mengoni, nasıl bir eser yarattığının farkında olacak ki herkesin yukarıya bakacağını bilerek aşağı bakan heykelleri tam da olması gerektiği yere konumlandırmış. Bu düşünceye nasıl hayran olduğumu kelimelerle tarif edemem. Galleria Vittorio Emanuele II’nin büyüsünden kurtulabildiğin an yolda ilerlemelisin, çıkışta seni bir başka güzellik bekliyor.
La Scala
Galleria Vittorio Emanuele II’nin diğer tarafı, dünyanın en çok tanınan opera binalarından birine çıkıyor: La Scala! Tam adıyla Teatro Alla Scala olarak bilinen binada dünyanın en önemli opera ve tiyatro oyunları sergileniyor. Dışarıdan bakıldığında sade bir bina gibi dursa da içerisi ışıl ışıl… Kırmızı perdeler ve koltukların sıralı olduğu salon, altın rengi süslemelerle parıldıyor. Milano’yu ziyaret etmeyi düşünüyorsan bir akşam burada sergilenen bir gösteri için bilet almanı öneririm.
Sforzesco Kalesi’nde Orta Çağ’a Işınlanmak
Castello Sforzesco, yani bizim deyimimizle Sforzesco Kalesi, şehrin farklı yerlerinden görünce dikkati üzerine çeken kırmızı rengi ve Orta Çağ’a götüren atmosferiyle oldukça ilgi çekici bir yer. Biz de Milano’nun ünlü caddelerinde yürürken adımlarımızı ister istemez buraya yönlendirdik. Kalenin içinde 18 sergi alanı bulunuyor ve bazı alanlarda sergilenen eser ve konseptler belli dönemlerde değişiyor. Tabi değişmeyenler de var. Örneğin; Michelangelo’nun son eseri Rondanini Pietà burada sergileniyor. Michelangelo gibi birçok ünlü ressamın da orijinal eserlerini burada görebilirsin.
Parco Sempione’den İyi Hissettiren Sahneler
Sforzesco Kalesi’nden çıkınca şehrin ortasında yemyeşil bir ormana girmiş gibi hissediyorsun. Ne kadar yürümekten yorulsak da bizi kendine çeken bu yer Sempione Parkı. Milano’nun Central Park’ı diyebileceğimiz bu devasa parka girince İtalyanları gerçekten tanımış oldum. Piknik yapanlar, öğretmenlerinin peşinde onu ilgiyle dinleyerek gezinen minik öğrenciler, parktaki hayvanları besleyen çocuklar, toplanıp hep birlikte spor yapan insanlar, açık havada bir konuşmacı etrafında toplanıp konferans yapanlar, tellisinden vurmalısına her türlü müzik aletini görebileceğin sokak sanatçıları… Neşeli bir film sahnesini andıran tüm bu görüntüde hayvanlar dahi mutlu. Parkı mesken edinen kuşlar da en ürkek canlılardan olan sincap da insanlardan korkmuyor, seni gördükçe saklandığı yerden çıkıp etrafında geziniyor.
Parkın doğası da bambaşka bir güzellik. Ağaçların arasından karşınıza bir anda çıkan göletler var. Suya kadar eğilen salkım salkım ağaçlar, rengarenk bitkilerle dolu botanik cenneti ve birçok canlı… Hayvanların sayısı öyle çok ki göletlerde yaşayan kocaman balıklar ve ördekler birbirlerine çarparak yüzüyor. İtalya’nın birçok yerinde olduğu gibi sanat ve estetik, burada da seni bırakmıyor. Göletin üzerinde bulunan köprü başlarını zarif heykeller süslüyor. Zaten ağaçların arasından parkın en sonuna baktığında tüm estetik güzelliğiyle Arco della Pace seni çağırıyor. 👇🏼
Arco della Pace’in Önünde Değerli Bir Mola
Sempione Parkı’nda gezinirken görmüştük Arco della Pace’i… Onu gördüğümüz an pusulamız edindik ve parkın tadını çıkarırken bir yandan da ona doğru yürüdük. Yaklaştıkça daha da büyüdü, yanına gelince de ihtişamıyla beni büyüledi. Güneş giderek alçalıyor, gökyüzü kızıllaştıkça kemerin içinden geçen güneş ışıklarıyla Arco della Pace’in görünümü daha da görkemli hale geliyordu. Arka fondaysa sütunların altında elektro gitar çalan bir sokak sanatçısının müziği… Orada olunabilecek bu en güzel anı, meydanda bir merdivene oturarak değerlendirdik.
Yapının üzerindeki kabartmaları, mermer heykelleri ve beni hayran bırakan bronz heykelleri uzun uzun inceledim. Atların çektiği bir arabanın üzerinde Barış Tanrıçası ve elinde Antik dönemden beri barışın sembolü olan zeytin dalı vardı. Napolyon’un Milano’daki zaferine atıfta bulunan bu yapının diğer adı, üzerindeki kabartma ve heykellerle tasvir edildiği gibi Barış Kemeri.
İlk Lokmada Şaşırtan Milano Sokak Lezzetleri
Milano’daki 2. günümüzü lezzet turuna ayırdık. Bazen yeri geldi, ilk gün tattığımız lezzeti ikinci gün bir daha yedik. Milano’da enfes İtalyan lezzetlerini deneyebileceğin birçok şık restoran bulunuyor. Bu yerlere turistlerin çok ilgisi olduğu için önceden rezervasyon yapmanı öneririm. Ben Milano gezinde elde yiyebileceğin enfes sokak lezzetlerinden bahsedeceğim.
Panzerotti
Milano’daki gezi listemiz arasına elbette ki İtalya’nın ünlü lezzetlerini de sığdırmıştım. Milano Katedrali’nin hemen yanındaki sokakta meşhur İtalyan lezzeti panzerotti satan bir yer var. Önce classico’yu, yani domates ve mozarella peynirlisini denedik. Bir tanesinin bana yeteceğine çok emindim, ta ki ilk ısırığı alana kadar… 😱 Daha ilkini bitirmeden yeniden sıraya girmiştik bile. Şimdi düşününce bence 2 tane de yetmiyor. Panzerotti’lerin tanesi 2024 Mayıs ayında 2.80 euro’ydu. Tatlı ve tuzlu versiyonları vardı ve sıraları farklıydı. Anlayacağın burada tatlıcılar ve tuzlucular olarak iki takım gibiydik. Oraya gidince tarafını seç! Tuzlu sevenler 4 peynirlisini, tatlı sevenler çikolatalısını da deneyebilir.
Sandviç
Milano ve tüm İtalya’da sandviç satan bir yer ve önünde sıra görebilirsin. İtalya’nın ünlü zincir sandviççilerinin yanı sıra sokak aralarında gizli kalmış ama enfes lezzetleri bir ekmek arasına sığdıran yerler de var. Aynı anda hem yumuşak hem de çıtır çıtır olmayı başaran nefis ekmekler, bol bol İtalyan rokası, salam ve çeşit çeşit peynirlerle dolu. Farklı bir şey istersen kabaklı ve patlıcanlı sandviçleri de denemeni öneririm.
Pizza
Piazza Del Duomo’dan ayrılıp caddelere daldığında şehrin ünlü pizzacılarıyla karşılaşabilirsin. Vitrini süsleyen, çeşit çeşit pizzalar aklını başından alabilir. Zaten çoğu dilim pizza sattığı için biz de gezimiz sırasında birçok mekanda birer, ikişer pizza denedik. Ben en çok gorgonzolalı pizzalara hayran kaldım.
Dondurma
Görmen gereken yerlere giderken de kullanacağın Via Orefici caddesini geçerken eminim ki dondurmacılardaki hareketlilik gözüne çarpacak. Onlarca çeşit karşısında karar veremeyenler, heyecanla dondurma sırasına girenler ve kendine göre en güzel dondurma kombinasyonunu yapmak için derdini anlatmaya çalışan turistleri göreceksin. Buradaki dondurmalar yoğun aromasıyla sanki o meyveyi dalından koparıp yiyormuşçasına bir tat veriyor. Bu sebeple bolca meyveli dondurma denemeni öneririm.